ÇOCUKLARDA KAYGI NEDENLERİ
Erişkinlerdeki
nevrotik davranışların kökeninin ‘çocukluk kaygılarında yattığı, en azından bir
bölümünün böyle olduğu, kabul edilen bir gerçektir.
Karen Horney,
‘çocukluk döneminin kaygılarının büyük ölçüde anne-baba tutumlarından
kaynaklandığını belirtmektedir.
‘Kaygı’yı, ‘yapmak
istediklerimizle koşullar arasındaki çatışma’dan, ‘dışa vurmak istediklerimizle
bunu yapmamak arasındaki çatışmadan’, bir değer grubu arasındaki çatışmadan doğan
‘kaynağı belirsiz sıkıntılı durum ve tutukluk’ diye tanımlayabiliriz. O zaman
da bu çatışmaların bizi etkilediği dönemlere ve durumlara bakmamız
gerekmektedir.
Karen Horney, bu
durumu şöyle açıklıyor:
“Çok sayıda
nevrotik insanın çocukluk öykülerini incelerken hepsinde de ortak bölenin,
farklı bileşenler içinde aşağıdaki özellikleri gösteren bir çevre olduğunu
buldum.
Değişmeyen temel düşman,
gerçek bir canayakınlık ve sevecenlik yokluğudur. Bir çocuk sık sık yaralayıcı
(travmatik) olarak değerlendirilen – aniden sütten kesme, ara sıra dövme,
cinsel deneyimler gibi- bir çok şeye dayanabilir, ancak içten içe sevildiğini
ve istendiğini hissettiği sürece. Bir çocuğun sevginin gerçek olmadığını açıkça
hissettiğini ve uydurma gösterilerle aptal yerine konamayacağını söylemeye
gerek yok. Çocuğun yeterli sıcaklık ve sevecenlik alamamasının ana nedeni,
annenin ve babanın kendi nevrozları yüzünden bunu verme yetisinden yoksun
olmalarında yatmaktadır. Kendi deneyimlerime göre ‘temel içtenlik yokluğu’ çoğu
kez kamufle edilir ve aileler çocuk için en iyisini istediklerini öne sürerler.
Eğitim kurumları ve ‘ideal’ bir annenin aşırı vesveseli ya da aşırı özverili
tutumu, gelecekteki derin güvensizlik duygularının köşe taşını büyük ölçüde oluşturan
bir ortama katkıda bulunan temel etkenlerdir.
Ayrıca,
anne-babaların tarafında, çocukta düşmanlık yaratmaktan başka işe yaramayan çeşitli
eylemler ya da tutumlar buluruz: Öteki kardeşlerin yeğlenmesi, haksız
azarlamalar, aşırı bir ilgiyle küçümseyici reddetme arasındaki önceden
kestirilmesi olanaksız değişmeler (tutarsızlık), yerine getirilmiyen vaatler ve
bir o kadar önemlisi, çocuğun ihtiyacına yönelik geçici düşüncesizlikten çoğu
kez en mantıklı arzularına ısrarlı bir biçimde karşı olmaya, örneğin arkadaşlıklarını
bozmaya, bağımsız düşünce çabasını alay konusu etmeye, kendi arayışı içinde
sanatsal, atletik ya da mekanik ilgisini yok etmeye dek her türden derece değişmesi
gösteren tutumlar. Bütün bunlar, ane-babaların amaçlı olmasa bile sonuç açısından
çocuğun iradesini kırma anlamına gelen tutumlardır.
Çocukluk
dönemlerinin kaygıları arasında ‘çocuk cinselliğine yönelik yasaklayıcı tutumun’
özel bir önemi olduğunu belirten Karen Horney, çocuklarda çaresizlik, korku,
sevgisiz bırakılma ve suçluluk duyguları yaratmanın onları ilerde etkileyeceğini
belirtiyor.
Peki, çocuklar
hiçbir isteklerinde engellenmemeli mi? Onlara doğru/yanlış tutumları nasıl öğretebileceğiz?
Karen Horney şunu
belirtiyor : “Gözlemler, yetişkinler kadar çocukların da büyük ve çok sayıda
yoksunluğu, bunların haklı, doğru, gerekli ya da amaçlı olduğuna inanmaları koşuluyla
kabul edebileceklerini her türlü kuşkudan uzak bir biçimde gözler önüne sermiştir.
Örneğin anne-baba temizlik konusunda kesin bir baskı uygulamaz ve açık ya da
gizli bir acımasızlıkla çocuğu zorlamazlarsa çocuk temizlik eğitiminden rahatsız
olmaz.
Bir çocuk, genelde
sevildiğinden emin olması ve cezanın haklı olduğuna ve onun yaralama ya da
küçük düşürme amacıyla yapılmadığına inanması koşuluyla, ara sıra yapılan bir
cezalandırmadan rahatsız olmayacaktır.
Görüldüğü gibi,
çocuğa karşı gösterilen tutumun biçiminden çok daha önemli olan , tutumun
özüdür, amacıdır. Çocuğun, ona gösterilen yaklaşımın özünü ve amacını çok iyi
anlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Çünkü çocuklar, kendi duyguları ve
sezgileriyle kendilerine gösterilen tutumun özündeki niyeti çok iyi anlayabilirler.
Onun için de ‘ne yapıldığı’ndan çok ‘neden yapıldığı’ önem kazanmaktadır.
Karen Horney,
çocuklardaki, ‘kıskançlık’ uyandıran duyguların da kaygılarda önemli bir rol
oynadığını belirtiyor. Kardeş kıskançlığı, yaşıtlar arası rekabetten doğan kıskançlık,
anneyi ya da babayı kıskanma gibi kıskançlıklar da zamanında anlaşılması
gereken duygulardır.
Çocuğun ‘bağımlı’
olup olmaması ise ailelerin tutumuyla ilgilidir : “Bu, bütünüyle ailelerin
çocuklarının eğitimiyle neye ulaşmaya çalıştıklarına bağlıdır ; yani eğitimin
bir çocuğu güçlü, cesur, bağımsız, her türlü durumla başa çıkabilecek bir insan
yapmak mı, yoksa çocuğa kol kanat germek, onu boyun eğmeci yapmak, yaşamı
savsaklamasını sağlamak ya da onu yirmi yaşına kadar ya da daha uzun bir süre
için çocuksulaştırmak, çocuk kalmasını sağlamak mı olduğuna bağlıdır.”
Hepimizin en başta
bunları bilmesi gerekmiyor mu? (Çağımızın Nevrotik Kişiliği – Karen Horney,
Öteki Yayınevi, Çeviren, Selçuk Budak.)